Kadın, daha doğmadan önce pembe kıyafetlerle başlar yolculuğu. Doğmadan önce odası pespembe süslenir, pespembe kıyafetler alınır. Sanki hayatı kıyafetleri ve odası gibi pespembe olacak. Hayır olmayacak. Maalesef ki olmuyor.
İlkokula gitmeye başladığından hayatının sonuna kadar kadınlarımıza, ‘oturmasını kalkmasını bilmelisin kızım, yüksek sesle gülmeyip, yüksek sesle konuşmamalısın kızım, eve geç gelmemelisin kızım, abin geç gelebilir ama sen akşam ezanı okunmadan evde olmalısın kızım, sevgilin olamaz, arkadaşlarınla kafelerde oturmazsın kızım…’ düşüncelerini aşılıyoruz. Sonra da kadının toplumda bir yeri olmasını dahası da yer edindiği toplumda başarılı olmasını bekliyoruz.
Kadın, ergenliğini tamamlayıp daha çalışma hayatına atılmadan, kendi ayaklarının üzerinde duramadan evlendirilmişse bir de… Gerçi bu kadınlarımız yine ‘çocuk gelin’ olan kadınlarımızdan daha şanslı. Çünkü bizim toplumumuzun öyle pis bir huyu var ki. Daha 15’inde, 16’sında, 17’sinde hala küçük bir kız çocuğu iken kendinden yaşça büyük bir adamla evlendirip yaşamını devam ettirmesini bekliyoruz. Yaşça büyük olan kocasına sonsuz saygı göstermesini, doğurduğu çocuklara bakmasını, yemek yapıp, çamaşırları yıkamasını bekliyoruz.
Peki, soruyor muyuz o küçük kız çocuğuna senin, okulda olman gerekirken neden burada bebek emziriyorsun? Neden ocak başında yemek yapıyorsun? Neden arkadaşlarınla parklarda oynamıyorsun? Sahi, hiç sorduk mu Ünzile’nin kaç koyun ettiğini, sormadık tabi, soramadık.
Bu Türkiye’nin ciddi bir sorunu. Özellikle Doğu bölgelerimiz de var olan ‘çocuk gelin’ kavramı, gün geçtikçe yok olması gerekirken varlığını ne yazık ki hala devam ettiriyor.
Kadınlara o kadar çok sorumluluk yükleyip hayatlarında da bir o kadar başarılı olmalarını bekliyoruz. Evlenmiş olan kadınlar her daim evde olup, yemek yapmalı, çocuk bakmalı varsa çamaşır yıkamalı… Asla çalışmamalı. Kendi ekonomik özgürlüğünü ele almamalı. Ha bir de işin şiddet kısmı var. Boşanmak isteyen kadın mutlaka öldürülür bizim ülkemizde. Çünkü onun boşanmaya hakkı yoktur. Yıllar önce boşanmış olsa dahi kadın, o cani eş peşini bırakmaz kadının. Takip eder bir lokantaya sokar ve 10 yaşında ki kız çocuğunun önünde boğazını keser. Tanıdık geldi değil mi? Emine Bulut. 4 yıl önce boşandığı eski eşi tarafından öldürüldü. Kızının gözleri önünde. O küçük kız çocuğunun, ‘’Anne ne olur ölme!’ diye ettiği feryatlara hepimiz ağladık. Günlerce bu insanlık dışı olayı atlatamadık. Ama her geçen gün yenisini ekledik, ‘kadın cinayetlerine.’
Öldürülüp varile koyulup toprağa gömülenlere mi dersiniz, diri diri yakılanlar mı dersiniz, silahla sokak ortasında ‘namus cinayeti’ için vurulanlar mı dersiniz… Ne arasanız var bizim ülkede. Serbest kalmaları da işin korkunç kısmı. Bugün hala aramızda dolaşıyorlar ne yazık ki. Türk adaletine olan güvenimiz sonsuz. Gerekenin yapılacağına da eminiz.
Kadınlarımızın şiddet görmediği, öldürülmediği, bir annenin evlatsız bir evladın annesiz kalmadığı yarınlarda görüşmek üzere.