Yörük, Türk’ün DNA’sıdır. Türk milletinin genetiğinde bulunan ve Türk’ü diğer uluslardan ayıran, onu farklı kılan bazı özellikleri, Yörüklerin bugün bile geleneklerinde ve adetlerinde, kısacası kültüründe hala mevcuttur. Orta Asya bozkırlarından Anadolu’ya göç eden Türklerin yerleşik hayata en son geçen ve yabancı toplumlarla kültürel ve biyolojik teması en son kuran boyu Yörüklerdir. Bu özelliğiyle Yörükler, Orta Asya Türk kültürünün yegâne taşıyıcısı olmuştur. Türk’ün kültürel geçmişini yansıtan bir ayna konumundaki Yörük folkloru, Türk’e Türklüğünü hatırlatan bir gelenekler bütünüdür.
O yüzdendir ki büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, “Toroslarda bir Yörük çadırı varsa, o çadırın da dumanı tütüyorsa biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti hala yaşıyor demektir” sözünü bu bilinçle söylemiştir. Uzun sözün kısası Yörüklük, Türklüğün temel yapı taşıdır.
Zihnimde bu bilinci taşıyarak ve kendim de bir Yörük evladı olarak ceddimi araştırmaya karar verdim. Araştırmaya başlamadan evvel çocukluğumda büyüklerimden dinlediklerimi bir bir hatırlamaya çalıştım. Ardından eğitim hayatımda Yörüklerin tarihçesi hakkında okuduklarımı göz önüne aldım.
Bu konuda karşılaştığım ilk sonuç, birebir örtüşmese de büyüklerimin bana anlattıkları ile kitaplarda yazılanların benzer bir nitelik taşıması şeklindedir. Buna göre atalarım, konargöçer bir hayat yaşamış ve geçimlerini küçükbaş hayvancılıkla sağlamıştır.
Geçim sağladığı hayvanların telef olmasının önüne geçmek maksadıyla atalarım, ilkbahar bitmeden yaylaya, sonbahar bitmeden de kışlağa göçüp buralara yerleşmek zorunda kalmıştır.
Günümüzde “Yörük Göçü” adıyla temsili şenliklerle Ege ve Akdeniz bölgelerinde icra edilen bu ritüelin yılda iki defa yapılması gerekmekte idi. Kendine özgü çeşitli kaideleri bulunan bu göç esnasında, karşılaşılan çeşitli zorluklar atalarımı yıldırmamış; Yörüklüğün bir gereği olarak göç devam etmiştir.
Öyle ki günümüzde, günler öncesinden hazırlık gerektiren kimi olaylar, Yörükler için sıradan hale gelmiştir. Göç sırasında gerçekleşen doğum, ölüm gibi bazı durumlarda Yörükler, pratik çözümler üretmiştir. Göç yolunda ölen kişilerin, en yakın yerleşim birimlerinde bulunan mezarlığa defnedildiği bilinmektedir.
Yörükler, en yakınlarının dahi defnini bu şekilde gerçekleştirmiş ve göçe devam etmişlerdir. Bu durum da Yörük yaşam şekline yabancı olanlar için çoğu zaman yadırganmıştır. Hatta Yörüklerin bu uygulaması hakkında güldürücü fıkralar dahi ortaya çıkmıştır.
Sözgelimi, Nurdan Kılınç’ın Antalya Yörüklerinden naklettiği bir fıkraya göre iki Yörük kardeş, yaylaya dönmek üzere göçü sararlar. İhtiyar babalarını da hocaya okutup sırtına alırlar ve yola koyulurlar. Mola verdikleri bir sırada babalarının nefes alıp vermekte zorlandığını gören oğullardan biri “Ağabey, babam öldü. Daha fazla taşımaya gerek yok. Buraya gömelim” der. Ağabeyi de “ Tamam” der ve üzerine toprak atmaya başlarlar. Adamcağız “Durun oğullarım, ne yapıyorsunuz? Ben daha ölmedim” dese de oğulları “Baba, sen kendini bilmez misin? Yörük’ün ölüsü güz ayında bu kadar olur” derler. Sonuç olarak babalarını diri diri gömen kardeşler, göçe devam ederler.
Her şakada bir gerçek payı vardır. Fıkrada anlatılanlar her ne kadar abartı gibi görünüyor olsa da arka planında bir hakikat yatmaktadır. Bu hakikat, realist hayat felsefesinin hüküm sürdüğü tabiatın bağrındaki zorunluluktan kaynaklanır. Yani tek gelir kaynağı hayvancılık olan Yörükler, doğa kanunlarının gerektirdiği şekilde acılarını ve kederlerini yüreğine gömüp yollarına devam ederek var oluş mücadelesini sürdürmüştür.
Nasuf Abalı: 0 505 794 17 19