Bayramı uğurlarken
Sevilay Durmuş yazdı.
Bir varmış bir yokmuş. Allah’ın kulu çokmuş…
Büyüğün büyük, küçüğün küçük çocukların çocuk olduğu, dostlukların dostça kaldığı, ağızların tadının, kahvenin hatırının kaçmadığı, yani bayramların bayram olduğu zamanlar varmış. Hakkın hak, adaletin adalet, nizamın intizamın yeryüzüne huzur kattığı vakitlermiş bayramlar. Bayram; kucaklaşmanın, kaynaşmanın adıymış. Kimsenin kimseden kaçmadığı selamlaşıp musafahalaştığı, ellerin öpülüp baş üstüne konduğu mübarek zaman dilimleriymiş bayram. Bir fırsatmış gönül almanın, gönüle girmenin, hâl hatır sormanın fırsatı. Çocukların sokaklarda şeker topladığı, şekerden daha tatlı demlerin adıymış bayram…Yaşlıların aylarca gözünü bir ahşap kapıya dikip bayram sabahı kalplerinin şenlendiği gözü yaşlı anlarmış bayram...
Bayram; kalabalık sofraların bereketiydi, gariplerin hatırlandığı, merhametin yaralı yürekleri sarıp sarmaladığı günlerin sıcacık güneşiydi. Tanıdıklarımızın, tanımadıklarımızın hepsini gönül hanemize buyur ettiğimiz günlerdi o günler… Hiç çekinmeden kaynaşıp hep sevinçle dolup taştığımız günler… Küçük harçlıklarla zenginleşirdi çocukların yüreği. Gönül kapıları çalınır bayramlık şekerler alınır, yüzlerde bir tebessüm olarak kalırdı bayramlar.
Kimsenin yuvasının başına yıkılmadığı, sokaklarda bombaların değil çocuk seslerinin yankılandığı, vatanın vatan, toprağın toprak, bayrağın bayrak olduğu zamanlarda yaşardı bayram. İşte o günlerde misket, çocukların ellerinde oynadığı bir oyuncaktı sadece bomba olmadan önce. Ne, nasıl oldu bilinmez ama, kirli postalların çiğnediği bir beyaz mendil oldu şimdi “bayram”. Hani o kuş sesleri, hani göklerde huzurun sadası ezan, hani yurt diye sığınılan o bahtsız diyar, hani kuşlar gibi göçüp ama bir dahaki mevsime geri dönemeyen mülteciler… Yırtık bavulları bile doldurmayacak kadar parçalanmış hayaller. Nereye göçerse göçsün kaderini de sırtında taşıyan umut yolcuları…Kubbet’üs Sahra ve Mescid-i Aksa, mukaddesatın muhafazasıydı bayram… ve şairlerin elinin silah değil kalem tuttuğu gecelerde şiirin adıymış bayram. Bütün bunlar iç karartan sözler, kara bir lekeyse eğer içimizi değil yüzümüzü karartmalı önce…
Ey mağrur yaram
Ne benim vatanım bir bavul
Ne de ben bir yolcu
Ben âşık toprak mâşuk!
(M. Derviş)
Kapandık… Önce dışarıya sonra içimize kapandık. Özümüze kapandık… Kapılar kapandı; komşulara, tanıdıklara, akrabalara… Gidenlerin geri döneceğini umut ederek. Gökler üstümüze kapandı sanki. Eski günlere kapandı hafızaların kapıları bir bir…
Bir zamanlar, öpülürdü eller ve en nazik ten olurdu vefa… “Çok bayramlar göresin.” duasıyla çok bayramlara erişilirdi bayram tadında. Avuçlara sıkıştırılan mendiller kadar beyaz ve masumdu vicdanlar. Aklı selim, hissi selim, zevki selim insanların insanlıklarının diri olduğu zamanlardaymış gerçek bayramlar.
Her bayram hep aynı sitemi dinlerdik “Ahh! O eski bayramlar!” Şimdi daha bir başka canımızı yaktı o sitem. Şimdi bu “ah” anaların yüreğinden, gariplerin, yersiz-yurtsuz kalanların ciğerinden yükseliyor derdimize dert katarak. Bayramlar küskünlerin barıştığı zamanlarsa eğer, bu bayram geçti ama belki talihimizle barışırız bir sonraki bayram…Sahi bayramlar mı eskidi yoksa eskiyen biz miyiz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.