Dost dost diye
Sevilay Durmuş yazdı.
Ankara’nın Hüsn/üne…
Dost! Dost..!
Biz dahi seslenelim dost eline… Ses ile değil söz ile hiç değil. Sükûtun sırrına ermişçesine seslenelim. Dost ile muhabbet gönülden gönüle olunca sükûtun derinliğinde vurgun yermiş kelimeler. İşte bu yüzden dört harf bir kelimeye bir ömürlük nihayetsiz bir dostluğun manası ne kadar sığarsa o kadar sığdırmaya çalışacağım ey dost!
“Evvel ezel bezminde kim Dost yüzin gördiyse
Anun cânıdur ‘âşık sor andan ‘ışk haberin”
Ezel bezminde Hakk cemâlini görenlere nasip olmuştur İlâhi Aşk, ondan sor aşkın haberini diyor Miskîn Yûnus. Ol Dost’un (Hakk’ın) muhabbetiyle yaratılmıştı ki âlem; Pervâne ateşe, bülbül güle, can canana, kalem kağıda, güneş aya dost idi. Cemre havaya, suya ve toprağa, bulut yağmura dost idi. Bu devrân içinde evvel âhire dost idi…Çöl Leylâ’ya, hikmet Lokman’a, keşkül dervişe, kader gayrete, sabır tevekküle, aminler dualara dost idi. Hızır Musa’ya, ateş İbrahim’e, bıçak İsmail’e dost idi…O bir yılandı amma Hirâ’da Muhammed Mustafa’ya (sav) dost idi…ve dahi Çâr Yâr-ı Güzîn birbirine dost idi…
Dostluk dünyaya doğmak ile başlamamıştır. Dostluk âlem-i ervâhta ruhların ünsiyeti ile başlar. O yüzden ki bazı yüzlere hep aşinâyızdır. Bazı yürekler hep daha sıcaktır bize. Bazı ruhlar ruhumuza değer. Kan ile değil cân iledir dostluk. Değil mi ki Kâbil, Hâbile kardeş idi amma dost olamamış idi. Bu sürgün diyarında bir lütufla dosta rastlamış isek eğer ezelden verilen nimetin şükrüdür dostluk… Gam içindeyse dost “âh” ondan değil ciğerimizden yükselir evvelâ…
“Dostum, sen ve ben
Hayata hep yaban kalacağız.
Birimiz diğerine
Ve her birimiz kendisine.
Senin konuşacağın
Ve benim seni dinleyeceğim güne değin.
Sesini sesim sanarak.
Ve karşında durduğum güne değin.
Bir aynanın karşısında duruyormuşcasına.” (H. Cibran)
Şairin dediği gibi dostun karşısında durunca birbirine aynadır o gönüller. Dost ile olmazdı senlik benlik. Benliğini hiçe sayandı dost…Muhabbet defterine dostun adını yazıp kendininkini karalayandı dost. Dağda değil taşta değil gönülden gönüle bir hikmetli yol ile varalım cümle kapılardan geçerek ol dost kapısına, eşiğe baş koyalım…
Belki de hayat denen bu serencamda kimimiz Veysel gibi canımıza dost aramakla beyhude dolaşıp boşa yorulduk. Nice güzellere bel bağlayıp yalan dünyadan vefa umduk. Bir acı sitem olup kaldı yürekte umudumuz. Dost, diye nicelerine sarılsa da Veysel, en sonunda aslına yani toprağa rücû eder. Cümle vefasızlara sitemle der ki; “Dost dost diye nicesine sarıldım/ Benim sadık yârim kara topraktır.” Topraktır Âşık Veysel’e tek sadık dost. Veysel’i sarıp sarmalayan kara topraktır ki bir tohum gibi saklar büyütür sinesinde.
“Dost cemâlin görmez ise ya bu gözler ne’mdir benim?” diye sorar ârifler. Göz dahi ancak Hakk’ın cemâlinin güzelliğini seyretmek için yaratılmıştı. Varlık âlemi bir sırlı ayînedir ki Dost’un sonsuz güzelliğini aksettirir münzevî gönüllere. Ateşin sıcaklığı, deli çayların serinliği, gece gök kubbenin kandilleri, varlık âleminin hepsi Dost’un ayînesinden akseden bir yansıma idi…Miskin Yûnus, söyler sözün cümle dostlar can kulağı kesilse gerek:
Ne gördi Leylâ'nun yüzinde Mecnûn Akıdup göz yaşın âb u sel eyler
Ne göründi şu Ferhâd'un gözine Kayalar kesüben dosta yol eyler
Ya Leylâ’nın yüzünde Mecnun’a görünen neydi ki, çöle düşürüp göz yaşını sel eyleye? Ferhat’ın gözüne görünen neydi de aşılmaz dağları, taşları aşıp dosta varmak için yol eyledi ömrünü? Bütün dostluklarda, Leylâ sandıklarımızda aradığımız hep ondan bir iz idi. Kuytularda meydanlarda, tenhalarda kalabalıklarda, sıra sıra dağlar gibi dizilen ömür kervanında, tanıdık ve yabancı tüm çehrelerde yana yakıla aradığımız Dost’tan bir emâre idi…Kendimize ağır gelince kendimizden geçtiğimizde bile ol Dost hiç terk etmedi bizi…
Dostluk bağında yıllar yılı vefa gülleri derenlere, dostça bir selâm olsun!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.